En lezzetli gece yarısı atıştırmalıkları.

UYARI: Bu yazı kesinlikle karnınızı acıktıracaktır, eğer kendinize ya da buzdolabınıza güvenmiyorsanız hiç okumayın.

Şöyle ki, ben gece yemek yemeye bayılıyorum. Hatta bazen sırf gecenin bir yarısında acıkmış olayım da güzel güzel mutfağı tırtıklayayım diye akşam yemeği için bir şeyler hazırlamakla uğraşmıyorum. Şimdi size benim favorilerimden oluşan bir liste sunacağım.

  1. Ben peynir tutkunuyum ama sadece 2 çeşit peynir (kaşar ve beyaz) yiyorum. Bu nasıl bir tutkunluk diyebilirsiniz, benimki de böyle bir tutkunluk işte. Eğer dolapta varsa peynir benim genellikle kurtarıcım oluyor. Tercihen yanına siyah zeytin ve domates de eşlik ediyor. Bir de ben bir şeyler yemek istediğimde çoğunlukla tuzlulara yöneliyorum. Yani peynir bir numara.
  2. Akşamdan kalma salata/kısır/patates salatası gibi yiyecekler dolapta durdukça lezzetleniyorlar. Bu bilinen bir gerçek. Bu nedenle gece yarısı acıkmalarınızda tercihinizi bu üçlü ya da benzerlerinden yana kullanırsanız, mideniz bayram edebilir. Ancak peynir örneğinde de olduğu gibi uykunuzdan sık sık uyanıp bardaklar dolusu su içmek isteyebilirsiniz.
  3. Ayran. Evet yiyecek değil ancak benim bir diğer kurtarıcım. Çünkü şunu keşfettim: canım tuzlu bir şeyler yemek istediğinde ayran içersem o istek biraz azalıyor ve böylece bir gece yarısı açlık krizini kısmen daha az kalori ile noktalayabiliyorum.
  4. Omlet. Tercihen sosisli ya da patatesli. Elbette üstü kaşar rendeli.
  5. Eğer üşenmezsem, çorba. Hele kış gece yarıları çorbanın yeri bir başka oluyor. Ama yine eksi yanı sık sık susama ve çiş gelmesi.
  6. Anneannemin taktiği: süt ya da yoğurt içine ekmek doğrayıp üstüne şeker dökme. Ben hiç denemedim ve epey de önyargılıyım ama belki siz seversiniz.
  7. Nutella/Çokokrem kaşıklama. Ben tercihen bu arkadaşları buzlukta hafif dondurup öyle kaşıklamayı seviyorum.
  8. Bir kavanoz dolusu yeşil domat zeytin. Kalori çıldırması yaşamanız için lüp lüp yutmalık.
  9. Buz gibi kolayı kafaya dikme. Aman dikkat mideyi çatlatmayın, üşütmeyin.
  10. Ve elbette her evin vazgeçilmezi, kuru ekmek.

Afiyet olsun, kabuslara dikkat.

Introduction to Theory of Literature with Paul H. Fry

Edebiyat Teorisi ile ilgilenenler çok sevebilir bu seriyi. Ben neredeyse hepsini izledim sanırım. Peki nedir bu? Fry ünlü bir edebiyat teorisyeni, bu videolar da Yale’de verdiği derslerden oluşuyor. 26 tane var. Bu gördüğünüz video serinin birincisi. İlginizi çekerse bence devamını da getirin. Ben derslerim için de kullanıyorum. Öneririm.

Goodreads’i neden seviyorum?

Goodreads’i epey seviyorum. Gün geçtikçe sevgim artıyor. Bu yazıdan nedenlerimden bahsetmek istiyorum.

İlk olarak, insanlar var. Bu ne demek diyebilirsiniz. Bence de saçma oldu ama şöyle ki, arkadaşlarınız var. Yani listenizde olanların ne okuduğunu, okudukları hakkında yaptıkları yorumları görebiliyorsunuz. Eğer derseniz bana bir avuç insanın dedikleri yetmez, dahası da var. Nedir?

Şu kitapların aldıkları puanlar var. Ben çok güveniyor muyum bu puanlama sistemine? Açıkçası hayır ama yine de merak edip bakıyorum. Puanlardan çok daha geniş tabanda tanıdık/tanımadık herkesin yorumlarına şöyle bir göz gezdirmek hoşuma gidiyor.

Bir de ben nasıl olduysa birden fazla evde dağınık halde bulunan kitaplarımı bu site sayesinde biraz da olsa düzene koydum gibi hissediyorum. En azından neleri yakın zamanda okumak istediğime karar verebiliyorum. Nasıl mı?

Goodreads’e aşina mısınız bilmem ama şöyle ki, sitede raflar var. Temelde 3 raf veriliyor size. Read, To-read, Currently Reading. Siz isterseniz bu raflara ekleme yapabiliyorsunuz. E tabi haliyle bu raf sistemi okuma alışkanlıklarınızı da kısmen düzenliyor.

Benim Cuurently Reading rafımda çoğunlukla en az 3 kitap oluyor. Ve benim gibi aynı anda birden fazla kitap okumayı sevenleri görmek çok hoşuma gidiyor. Bir de kitabınızın kaçında sayfasındasınız, ne kadar ilerlediniz, bunları görebiliyorsunuz ve açıkçası beni son derece motive ediyor böyle minik şeyler.

Sevdiğim diğer bir özelliği ise kitapların farklı basımlarını ve kapaklarını görebiliyor olmak. Gördüğünüz gibi, küçük şeylerden mutlu olabiliyorum.

Daha da eğlenceli şeyler arıyorsanız, listeler, anketler, yazarlardan alıntılar, quizler sizleri bekliyor.

Bir de okuma grupları var Goodreads’de. Ben maalesef pek bakamadım, aktif de olamadım. İlginizi çekerse bir bakın derim.

Başka neler var? Yine gruplar var, ilgilerinize göre dahil olabileceğiniz. Muhabbetler dönüyor galiba oralarda da.

Goodreads hakkında diyeceklerim bunlar. Benim hesabım şu: http://www.goodreads.com/user/show/12575656-constance

Eğer henüz uğramadıysanız, vakit geçirmeden bakın derim ben.

Dev Şeftali – Roald Dahl.

Çocukluğuma dair hatırladığım beş tane şey varsa, bunlardan biri kesinlikle Roald Dahl’dır. Abarttığımı sanabilirsiniz, lakin gerçekleri söylüyorum.

İngilizce’yi Türkçe ile beraber öğrenmeye başladım. Başlar başlamaz da kitaplara saldırdım. Saldırıp da elimden bırakamadıklarım elbette Dahl amcanınkilerdi. Hatta nereye gitsem yanımda taşıdığım bir fotoğraf vardır ki şöyle, kış gecesi, ben 7 yaşımdayım, tepeden tırnağa annem ve anneannemin ele ele verip ördükleri yün örgüler içerisindeyim. Ortalama bir elma boyutunda olan yanaklarım yünün de verdiği sıcaklıkla fosforlu pembe olmuş. Benim bir elimde Dahl’ın romanı The BFG var, diğer elimde babamın bir iş gezisinden dönerken bana aldığı elektronik sözlük, önümde de devasa bir meyve tabağı.

Dahl deyince akla bir de onun tüm kitaplarını resimleyen Quentin Blake geliyor. Bana küçükken hep sanki çok yakın arkadaşlarmış gibi gelirdi. Aynı evde yaşarlar ve bütün sırlarını birbirlerini anlatırlar. Galiba gerçekten dosttular ancak daha fazla detay bilmiyorum. Blake’in işin içine dahil olması, kendine has çizgilerle Dahl’ın hikayelerini süslemesi, galiba görsel olarak da bu yazarın, kitaplarının hafızama çıkmamak üzere kazınmasına sebep oldu, iyi ki de oldu.

Ben Dev Şeftali’yi çok severim. Çarli’nin Çikolata Fabrikası’ndan çok, Matilda’dan az.Matilda gerçekten çok özel bir kitaptır benim için, belki gün gelir ondan da bahsederim. Şimdilik şeftalimize geri dönelim.

Bendeki Dev Şeftali artık epey yaşlı. 1998 yılında 1.000.000 Lira’ya almışız. Ön kapakta da kırmızı bir kalp stickerı var. Neden? Çünkü ben küçükken sevdiğim kitapların üzerine kalpli sticker yapıştırırdım. Bu kitabı aldığımız gün bir solukta bitirdiğimi hatırlıyorum. Peki neden bahsediyor bu kitap?

Bu esasında James’in hikayesi. Tam adıyla James Henry Trotter. James’in anne babası, hayvanat bahçesinden kaçan bir gergedan tarafından yutulmuşlardı ve bu yüzden o da birbirlerinden beter iki teyzesi ile beraber yaşamak zorundaydı. Kötü ebeveynler, ya da ebeveynlerin yokluğunda çocuklara son derece kötü davranan  yetişkinlere Dahl’ın kitaplarında sıklıkla rastlanıyor. Sebebi de açık sanırım. Yazarın hayat hikayesini okuduğunuzda kendisinin de benzer bir durumu deneyimlediği görülüyor. Her neyse. Peki ya saha sonra ne oluyor? James evin bahçesinde teyzelerinin ona verdiği görevleri yerine getirirken garip kılıklı bir adam ona bir iksir verioyor sonra aksaklıklar şunlar bunlar derken (çünkü bu tür şeyler çocuk kitaplarının olmazsa olmazıdır) James gitgide büyük bir hızla büyüyen bir şeftali ile karşı karşıy kalıyor. Şeftanin içinde onu daha akıl almaz şeyler bekliyor: insan boyutunda böcekler. Korkmayın hemen, bunlar görüp görebileceğiniz en cana yakın en komik yaratıklar. Sonra da macera başlıyor.

İlginç bir hikaye bu bana kalırsa. Mutsuz bir çocuğun düşü gibi. Çünkü sonunda ülke değiştiriyor James, bir sürü arkadaşı oluyor ve sonsuza dek mutlu yaşıyor. Bunun gerçek değil de bir hayal olduğunu düşünmek çok acıklı çünkü James’in haline gerçekten üzülüyorsunuz.

Bana kalırsa en büyük sıkıntı kitabın sonuydu. “Ve böylece yolculuk bitti. Ama yolcular yaşamaya devam ettiler. Hepsi de bu yeni ülkede zengin ve başarılı oldu” (s.142) Şimdi mesele şu ki, bu yeni ülke Amerika olunca, Dahl da paragrafın devamında Kırkayak bir şirketin satışlardan sorumlu müdür yardımcısı olduğunu, İpekböceği’yle Örümcek Hanım ip üreten bir fabrika kurduklarını söyleyince, yüz kırkıncı sayfaya dek devam eden o naiflik şrankk diye parçalanıyor ve benim aklıma Amerikan rüyası/Kapitalizm’den başka hiçbir şey gelmiyor. Belki siyaset bilimci olmam artık çocuk kitaplarından dahi keyif almamın önüne geçmeye başlamıştır, kim bilir.

Demem o ki, Roald Dahl’ı sevin, sevdirin. Çevrenizdeki çocuklara okutun, uyarlama filmlerini izleyin, Quentin Blake’in çizimlerine bakın. Kısacası, yaşınız kaç olursa olsun, arada çocuk kitapları okumayı unutmayın.

Değişiklik şart.

Belki biliyorsunuz, belki de haberiniz yok, daha önce 2 yıl kadar okuyankedi.blogspot‘da yazdım. Çoğunlukla kitap yazıları. Ama öyle bir dönemdeyim ki şimdi, sürekli yenilik arıyorum, gidiyorum saçımı kısacık kestiriyorum o da yetmiyor evin duvarlarını boyuyorum, sonuç olarak bir türlü olduramıyorum. Her neyse, zaten bir süredir WordPress’i de merak ediyordum. İyi oldu. İyi olur umarım. Diyorum hep, insan hep değişiklik peşinde koşup duruyor.

Peki eski bloga ne olacak? Valla pek bir şey olacağı yok. Öyle duracak sanırım. Gerçekten severek yazdığım ve sonra okuduğumda da “amma şaçmalamışım” demediğim yazılar var. Onları buraya aktarmayı düşünüyorum. Garip bir şekilde oradan uzaklaştım. Bir kere, sanki sürekli kitap yazıları yazmam gerekiyormuş gibi hissediyordum bu da beni saçma bir şekilde kısıtlıyordu. Burada daha fazla yazarım diye tahminediyorum çünkü aklıma gelen her şeyi yazma gibi bir amacım var. Haydi bakalım hayırlısı.

Bu arada, uppity kendini beğenmiş demek. Artık kendini beğenmiş bir balonum.

(:

Sevgiler.